A’DAN Z’YE ALKALİ BESLENME
Dünya Sağlık Örgütüne (WHO) göre “Sağlık; bedenen, ruhen ve sosyal olarak iyi olma halidir”. Fiziksel bedenimiz, ruhsal durumumuz ve zihinsel faaliyetlerimiz birbirini etkiliyor ve bunların tamamını etkileyen faktörlerden en önemlisi beslenme. İşin güzel tarafı ise beslenme faktörünü kontrol altında tutmak ve kendimize göre şekillendirmek bizim elimizde. Bu nedenle de beslenmeye dair bize tavsiyeler veren uzmanları veya tanıdıklarımızı can kulağıyla dinliyoruz. İşte bu tavsiyeler arasında hala tartışılmasına rağmen adından çokça söz ettirenlerden bir tanesi de alkali beslenme. Bu diyetle ilgili pek çok şey konuşuldu, anlatıldı, yazıldı. Birçoğumuz kilo verebilmek için bu beslenme alışkanlığını edinmeye çalışsa da alkali diyetle kanserden korunabileceği, kalsiyum metabolizması üzerinde ki etkilerinden dolayı kemiklerin sağlığı için önemi konularının altı çizildi. Peki alkali diyet ilk ne zaman ortaya çıktı, nedir bu alkali diyet, vücudumuza etkileri neler, nasıl uygulanır, uygulamalı mıyız yoksa uygulamamalı mı?
‘Alkali diyet’ aslında geçmişe dayanıyor
Alkali diyetten, tarihte ilk olarak 1907 yılında New York’lu Doktor William Howard HAY tarafından bahsedilmiş. Doktor Hay vücutta ki asit birikiminin kilo artışına, yorgunluk hissine ve bir takım kronik rahatsızlıklara sebep olduğunu ileri sürmüş. Ancak Doktor Hay’ın alkali diyet hakkında söylediklerini bazıları savunurken, bazıları bu diyete karşı asidik diyeti savunmuş. Hatta 1930’lu yıllarda Doktor Bonomo, alkali diyetin faydaları üzerine yaptığı kapsamlı bir çalışma sonucunda alkali diyetin dezavantajlarının olabileceğini belirtmiş. Ancak ne yazık ki aradan yüzlerce yıl geçmesine rağmen halen bilim insanları alkali diyet hakkında fikir birliğine varamamışlar.
Alkali diyet
Son yıllarda zorlaşan hayat şartlarından dolayı hazır gıdalara yönelimlerin artması, doğal yaşamdan uzaklaşılması ve sanayileşmenin artması gibi durumların sonucunda asit yükü yüksek olan gıdaların tüketimi ne yazık ki artmış durumda. Asit yükü fazla besinlere yönelimin artmasıyla alkali diyetin popülerliği de arttı. Çünkü vücudumuz için ideal pH seviyesi alkali düzeyde yani 7,35-7,45 civarlarında olmalıdır ve bu oranın korunması organların çalışması için son derece önemlidir. Vücudumuzun pH dengesinin bozulması dokularımızın fazla asidik veya fazla alkali olmasına neden olup sindirim, kas ve kemik gibi önemli sistemlerimizde bir takım sorunların görülmesine neden olabilir.
Alkali diyetin temeli, bazı besinlerin daha az bazı besinlerin ise daha fazla tüketilmesi ilkesine dayanıyor. Besinlerin az veya fazla tüketilmeleri ise vücudumuzda sindirimleri sonucunda ortaya çıkan maddelerin pH değerlerine bağlı olarak asit veya alkali olma durumlarına göre belirleniyor. Alkali diyet ise adından da anlaşılacağı gibi besin seçimlerimizi alkali besinlerden yana yapmamızı öneren bir diyet.
Asit ve alkali besinler
Asidik ve alkali besinlere genel olarak baktığınızda aslında ayrım yapmanın kolay olduğunu görebilirsiniz. Alkali gıdalar; sebzeler, baharatlar ve bazı bakliyatlardan oluşurken, asidik gıdalar; et, tavuk, yumurta, süt ve süt ürünleri, bal, sirke, pirinç, mantar, yapay tatlandırıcılar, işlenmiş gıdalar, kola gibi asitli içecekler, abur cuburlar, paketli yiyecekler olarak örneklenebilir. Ancak bu ayrımı yaparken besinlerin asidik olma durumlarının aksine sindirimleri sonucu oluşan maddelerin asidik veya alkali olma durumlarının dikkate alındığı unutulmamalıdır. Örneğin limon asitli bir yapıya sahip olmasına rağmen alkali özelliği fazla olan gıdalardan biridir. Ayrıca alkali diyetten bahsedilirken genelde asidik besinler çok zararlı gibi anlatılıyor veya anlaşılıyor ancak alkali diyette asidik besinlerin tüketilmemesi değil, sadece miktarlarının azaltılması gerekiyor.
Alkali diyette aldığımız besinlerin alkali olmasının yanı sıra içtiğimiz suyun da alkali olması önemli bir nokta. Satın aldığımız suların üzerinde pH değeri yazar. pH değeri, suyun içerisindeki hidrojen miktarını gösterir ve içerisindeki hidrojen miktarı ne kadar yüksekse pH değeri de o kadar yüksek olur. pH değerinin yüksek olması, suyun alkali bir yapıya sahip olduğunu gösterir. Peki aldığımız sular alkali değilse ne yapmalıyız? Çözümü basit. Dilerseniz içeceğiniz suyun içerisine limon veya karbonat ekleyebilirsiniz ama benim naçizane önerim suyunuzu alkali yapmak için limonu tercih etmeniz.
Alkali diyetin sağlığımıza etkileri
Asit ve alkali dengesi olan sağlıklı kişilerin metabolizması, aldığı besinleri rahatlıkla enerjiye çevirebilirken, asit yükü fazla olan kişilerin dokularında ki oksijenin azaldığı ve bu nedenle aldığı besinleri enerji için kullanmakta zorlandığı yapılan bazı çalışmalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Asidik yükü fazla olan kişilerde görülen bu metabolik durum sonucu vücutta yağlanma artar ve kilo artışı görülür. Yani alkali diyet, vücudun yağ metabolizmasının bozulmasını engelleyerek vücutta yağlanmanın artmasının önüne geçiyor.
Vücudun asidik veya gereğinden fazla alkali olması ve bu durumun uzun süre devam etmesi, hücrelerin normal yapısının ve hayati şifrelerimizi içerisinde bulunduran DNA’nın yapısının bozulmasına neden olur. Aynı zamanda asidik ortamda bağışıklık sistemi hücrelerinin işlevleri bozulur ve ortaya çıkan yabancı maddelerin yok edilmesi zorlaşır. Bu süreçte kanserin başlangıç aşamasını oluşturur. Yapılan çalışmalar alkali diyetin bu durumları önleyerek kansere karşı koruyucu bir besleme programı olduğunu destekler sonuçlar sunuyor. Bunların yanı sıra alkali beslenme kemoterapi ilaçlarının, kanser hücreleri üzerinde ki etkisini arttırdığı da yapılan çalışmaların sonuçları arasında. Ancak unutulmamalıdır ki tek başına alkali diyet kanser için bir tedavi değildir aksine tek başına yetersizdir. Bu nedenle kanser tedavisi ve alkali diyet uygulaması için mutlaka hekiminize ve diyetisyeninize danışın.
Asidik besinlerden zengin bir beslenme, vücudun asit yükünün artmasına ve dolaylı yoldan birçok hastalığın oluşmasına özellikle de kalsiyum metabolizmasının bozulmasına yol açabilir. Asit yükü artmış bir vücutta kalsiyum atılımının artışı görülür ve artan kalsiyum atılımı sonucunda kemiklerimiz güçsüzleşir. Yapılan araştırmaların birçoğu alkali beslenmenin kalsiyum metabolizmasını olumlu yönde etkileyerek kemik sağlığımızı koruduğunu destekliyor. Yani alkali beslenme, kalsiyum metabolizmasına olan olumlu etkileriyle kemik sağlığımızı koruyor.
Yüksek asitli diyetlerin böbrek taşı oluşumuna sebep olabileceği yönünde de kanıtlar var. Yapılan çalışmalarda, günlük beslenmemizde tükettiğimiz asidik besinler ile böbrek taşı oluşumunun arasında ne yazık ki doğru orantı olduğu yani asidik besin tüketimimizin artmasıyla böbrek taşı riskimizin de arttığı ancak alkali besinlerin ise taş oluşum riskini azalttığı görülmüş.
Çocuklarda ise alkali beslenmenin, büyüme hormonunu önemli ölçüde arttırdığı ve bu sayede çocuğun gelişiminin artacağı söylenmekte. Bunun yanı sıra yaşam kalitesini olumlu yönde etkileyebileceği, bazı kronik hastalıkların risk faktörlerini azaltabileceği, çocuğun zihinsel gelişimini olumlu yönde etkileyebileceği düşünülmekte.
Alkali diyet nasıl uygulanır, püf noktaları neler?
Gelelim en çok merak edilen kısım olan alkali diyetin nasıl uygulandığına. Vücudunuzu alkali tutmanın iki kolay yolu var. Birincisi; besinlerinize limon ekleyebilirsiniz böylece onları alkali hale getirebilirsiniz. İkincisi; günlük besin seçimlerinizin yüzde 80’i alkali besinlerden, yüzde 20’si asidik besinlerden oluşmalı. Yani tabağınızın büyük bir bölümü sebze iken küçük bir kısmı protein olmalı.
Doğal ve mevsiminde gıdalar tüketmelisiniz ve işlenmiş gıdalardan uzak durup doğanın nimetlerinden faydalanmalısınız. Bu yüzden meyve ve sebzeleri mevsiminde tüketin. Örneğin; kışın marketten domates almak yerine yazdan hazırladığınız domates sosunu kullanırsanız çok daha sağlıklı bir seçim yapmış olursunuz. Mümkünse organik beslenin ve paketli gıdaların üzerinde yazan ‘’doğal’’ veya ‘’organik’’ gibi ibarelere inanmayın mutlaka paketin içeriğine bakın.
Sebzeleri olabildiğince çiğ tüketmelisiniz. Sebzeler, ısıya maruz kaldıklarında besin değerlerini yitirirler bu yüzden olabildiğince çiğ beslenmeye özen gösterin. Eğer pişirmeden olmaz diyorsanız, sebzelerinizi pişirmenin en iyi yolu buharda pişirmek. Bu yolla sebzelerin içerisinde ki vitamin ve mineraller yine sebzelerin içerisinde kalır. Dilerseniz sebzeleri yemenin yanı sıra içebilirsiniz. Dilediğiniz sebze ve meyveyi bir araya getirerek damak tadınıza uygun içecekler hazırlayabilirsiniz.
pH değeri yüksek suları tüketmeye özen göstermelisiniz. Suyunuzun alkali olduğundan emin olmak için içerisine limon ekleyebilirsiniz. Hatta her sabah uyandığınızda güne limonlu ve oda sıcaklığında olan bir bardak suyla başlayabilirsiniz. Ayrıca maden suyu gibi doğal suları da içebilirsiniz. Burada soda ve maden suyunu ayırt etmekte fayda var. Eğer suyun içerisine karbondioksit eklerseniz soda yapmış olursunuz, maden suyu ise yerin altından çıkan mineral yönünden zengin sudur. Yani soda yerine maden suyu tüketmelisiniz. Ancak her hangi bir mide rahatsızlığınız var ise lütfen hekiminize ve diyetisyeninize danışın.
İyi yağ kaynakları tüketmelisiniz. Örneğin; balık, zeytin, ceviz, fındık, badem gibi sağlıklı yağ kaynaklarına beslenmenizde yer vermeniz sağlığınıza sağlık katacaktır. Tabi aşırıya kaçmamak şartı ile.
Vücudunuzun alkali olduğunu anlamanın en kolay yolu idrar takibi yapmaktır. Eğer idrarınızın rengi koyu ise asitlenmeniz sebebiyle ya yağdan kilo veremediğinizin ya da kas kayıplarınızın olduğunun göstergesidir. Bu nedenle idrarınızın koyu olmasına izin vermeyin.
Alkali diyet uygulanmalı mı?
Alkali beslenme son yıllarda giderek popülerliği artan ve araştırmaya açık bir konu. Gerek sosyal medyada gerekse akademik çalışmalarda sıkça karşımıza çıkıyor. Ancak alkali diyetin sevenleri çok olsa da ne yazık ki bilim dünyası halen faydalarını kesin olarak kanıtlamış değil. Ama yine de denemek isteyenler için ufak bir tavsiye; doğru sonuçları elde edebilmek için esas olan dengeyi tutturabilmekte. Yani vücudunuz ne alkali olmalı ne de asidik. Denge de kalabilmek için hekiminize ve diyetisyeninize başvurmanızda fayda var. Çünkü bedeniniz en kıymetliniz ve önemli olan ona iyi bakmanız.