Yapılan son araştırmalara göre üretim de avcılıktan çok yetiştiriciliğe kayıyor. Kıyı ve alan balıkçılığı neredeyse bitti. Av sezonunun gelmesiyle beraber, Türkiye’deki balıkçılığın mevcut durumunu ve balığın beslenmemizdeki önemini ele aldık.
3 tarafı denizlerle çevrili, verimli akarsu ağlarına ve göllere sahip bir ülke olarak balıkçılık bir zamanlar Türkiye’de en önemli faaliyetler arasında yer alıyordu. Değişen ihtiyaçlar, yeni iş kollarının artması, denizlerimizdeki trol avcılığı, çevre kirliliği ve balık stoklarımızın azalması ile balıkçılık sektörü paydaşlarını besleyemez duruma gelmiştir. Yapılan son araştırmalara göre üretim de avcılıktan çok yetiştiriciliğe kayıyor. Kıyı ve alan balıkçılığı neredeyse bitti. Av sezonunun gelmesiyle beraber, Türkiye’deki balıkçılığın mevcut durumunu ve balığın beslenmemizdeki önemini ele aldık.
2000’li yılların başında kişi başına 8 kg balık tüketilirken bu miktar gittikçe azalarak günümüzde 4-5 kg’lara düştü. Bu oran Norveç’te ise kişi başına 15 kg olarak belirleniyor. Sağlıklı bir besin türü olan balığı neden daha az tüketiyoruz? Bu konuda zaman zaman paneller yapılıyor ve çeşitli görüşler ortaya atılıyor. Zamansız, yanlış, aşırı ve bilinçsiz avlanma, denizlerimizdeki kirlenme ve mevzuat yetersizliği, dağıtım kanallarının yetersizliği, soğuk zincirimizin olmayışı, önemli bir üretim havzası olan Marmara denizinin büyük bir çöplük durumuna ulaşması, eğitim eksikliği, yakıt fiyatlarının pahalılığı, işçilik ve katliam boyutuna gelen trol avcılığı sayesinde Türkiye’de balıkçılık büyük bir batağa saplanmıştır. Tüm bu sebeplerden dolayı halkın balığa ulaşması da oldukça zorlaştı. Çoğu markette et ve tavuk ürünleri kolayca bulunurken balık ürünleri yer alamıyor ve olanlar da ekonomik olmuyor. Hatta Ramazan ayında balık yemenin günah olduğunu düşüncesiyle bilinçsizlikten neredeyse balık satışları dibe vuruyor. Dolayısıyla balık halk tarafından sık tercih edilen bir ürün olmaktan çıkıyor. Yeryüzünde doğal kaynaklardan etkin ve rasyonel biçimde yararlanmak ekonomik bir zorunluluk iken, bunu yeterince başaramayan ülkelerin gelişimi sınırlı kalmaktadır. Üç tarafı sularla çevrili olan ve 8.333 km’lik kıyı şeridine sahip olan nehir, göl ve barajlar da dikkate alındığında 25 milyon hektarlık su kaynağına sahip olan Türkiye’nin balıkçılık alanında da gerek üretim gerekse tüketim ve dış ticaret yönünden ön sıralarda olması gerekmektedir. Ülkemizde su ürünleri yetiştiriciliği son 10 yılda neredeyse iki katına çıktı. Özellikle alabalık, çipura ve levrekte artış yaşandı. Ancak balık avcılığında ise her sezon yıllık %5’in üzerinde bir azalma söz konusu. Dünyadaki balık üretiminde 30’lu sıralardayız, Avrupa’da ise 6. sıradayız. Elbette bu rakamlar hiç de iç açıcı değil. Çok fazla potansiyeli olmasına rağmen, su ürünleri ne yazık ki yukarıda sıraladığımız nedenlerden dolayı Türkiye’nin ekonomisinde fazla yer kaplamıyor. Bu durumun önüne geçilmesi ve kurtarıcı önlemler alınması gerekiyor. Bunun için öncelikle avcılık ve kıyı mevzuatlarımızın yeniden gözden geçirilmesi ve düzenlenmesi gerekmektedir. Çağın ihtiyaçlarına ve koşullarına göre güncellenmesi gerekmektedir. Bugünkü av yasakları katılımcı anlayıştan uzak, bilim insanlarına sorulmadan politikaya araç olacak şekilde düzenlenmektedir. Ayrıca Türkiye’deki balıkçılığın yarısı kayıt dışı; ne kadar balık avlandığının istatistikleri yanlış ve eksik; kim ne kadar balık tutuyor, ne kadar vergi veriyor belli değil. Balıkçılarımızın çoğu Kızıldeniz’de hatta Fas kıyıları gibi açık denizlerde avcılık yapıyor. Onlar için devlet desteği ve ülkelerarası anlaşmalar gerekiyor.
Balıkçılık bizim ülkemizde babadan oğula geçen bir meslekti. Ama yavaş yavaş avcılığı öldürdüğümüz için artık çiftlik balıkçılığına yöneliniyor. Açık deniz balıkçılığını en fazla tehdit eden unsurlardan bir tanesi de çiftlik balıkçılığıdır. Bu gerçekten kanayan bir yaradır. Kıyıya, belli bir statü ve kurallar olmadan balık çiftlikleri kuruluyor. Bunlar denizlerimizi kirletiyor. Balık popülasyonunu bitiriyor. Boğazda, Marmara’da, Karadeniz ve Akdeniz’de yüzlerce çeşit varken, bugün çeşitlilik neredeyse 3-4’e düştü. Yanlış avlanmalardan dolayı maalesef ki yerli türlerimizi kaybediyoruz. Bir de Kızıldeniz’den gelen yamyam balık sorunu var. Bunlar balık çeşitliliğimizi yok ediyor.
Bizim en büyük sorunlarımızdan bir tanesi de hamsi, lüfer ya da palamut mevsiminde alt yapı yetersizliğimizden dolayı sağlıklı bir depolama gerçekleştiremiyoruz. Ve biz hamsimizi, istavritimizi, çinekopumuzu hayvan yemi olarak maalesef heba ediyoruz.
Türkiye’de balıkçılık sisteminin çöküşünü hazırlayan 1980 sonrası izlenen neoliberal ekonomi politikaları uygulamaktan vazgeçerek sosyal devletin yeniden inşası için, Et-Balık Kurumu yeniden canlandırılarak, hayvancılık ve balıkçılığa hak ettiği değerler verilerek iflas önlenmelidir.
Özellikle mevsiminde tüketilen balık, içerdiği yağ asitleri sayesinde bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi için son derece gerekli olan bir besindir. Beyin ve kas gelişimi üzerinde oldukça pozitif etkileri vardır. Omega 3 kullanımı özellikle beynin hipokampus bölgesinin %3 kadar daha fazla hacimde olmasını sağlamaktadır. Daha önce yayınlanan çalışmalar bu bölgenin Alzheimer hastalarında aynı yaştaki sağlıklı bireylere göre %40 daha küçüldüğünü gösteriyor. Yani dolaylı yoldan balık tüketimi Alzheimer ve parkinson üzerinden olumlu etkiler doğurmaktadır. Az gelişmiş ülkelerle çok gelişmiş ülkeler ya da Batı ile Doğu, Kuzey ile Güney arasındaki gelişmişlik farkı beslenme açısından incelendiğinde sağlıklı protein ve omega3 tüketimiyle doğrudan alakalıdır. Ayrıca balığın gribe ve enfeksiyonlara karşı vücudu koruduğu, yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır. Özellikle sezonunda balık, haftada 2-3 kez düzenli olarak tüketilmelidir. Balıkta, diğer hayvansal kaynaklı besinlerin aksine doymuş yağ yerine, doymamış yağ asitleri denilen omega3 yağ asitleri bulunur. Omega3, vücudun üretmediği ve en fazla balıkta bulunan son derece faydalı bir yağdır. Bebek ve çocuklarda zeka ve bedensel gelişimini destekleyen balığın bileşimindeki DHA, görme ve nörolojik gelişimin sağlıklı bir biçimde gelişmesinde son derece etkin rol oynar.
Balıklar yağlı ve yağsız balık olarak gruplara ayrılırlar. Balığın cinsine göre etinde ve organlarında biriken yağ ve su miktarı değişir. Örnek verecek olursak Palamut balığı yağlı bir balıktır. Yağ balığın etinde birikir bu nedenle eti koyu bir renk alırken, mezgit veya köpekbalığı gibi beyaz etli olarak nitelendirdiğimiz balıkların etinde su içeriği daha yüksektir. Bu balıklarda yağ karaciğerde birikir. Ayrıca balık etinde bulunan proteinlerin vücut dokularının korunması ve gelişmesi için gerekli esansiyel aminoasitlerin tümünü içerir. Sonuç olarak balık içeriğindeki vitaminleri, çoklu doymamış yağ asidleri ve esansiyel aminoasitlerce zengin oluşu ile birçok hastalığa karşı koruyucu ve sağlık açısından çok önemli bir gıdadır. Başta kalp ve damar hastalıkları, kolesterol gibi rahatsızlıklarının balık diyetine bağlı olarak azaldığı yapılan çalışmalarca kanıtlanmıştır. Balığın faydalarından tam anlamıyla yararlanabilmek için her balık türünü kendi mevsiminde tüketmek de önemli bir unsurdur.
Sadık Çelik
Keyveni Kurumsal Hazır Yemek
Yönetim Kurulu Başkanı